5 Ekim 2012 Cuma

Savaşa Hayır. No to War.

Savaşın olduğu yerde, sürdürülebilir kalkınma mümkün olabilir mi? Kendi kentine, köyüne elektrik taşıyamayan, 'kaçak elektrik' diye bir 'terim'in olduğu bir ülkede, enerji tasarrufundan bahsedilebilir mi? Ayrıştırmacı siyaset anlayışı ülkemi ve dünyayı sararken, katılımcı-toplumcu mimarlık var olabilir mi?

Kişi başına düşen atık oranı sıralamasında ilk sıradayken, gayrisafi milli hasıla bakımından atmış küsürüncü sırada yer alan ülkemin yöneticilerinden çevre duyarlılığı beklenebilir mi? Son derece eski teknolojilerle yirmi senede tamamlanacak olan nükleer santrali yapmak için can atan bir hükumetten, ormanlarımıza, suyumuza sahip çıkmadığı için hesap sorulabilir mi? Plansız yapılaşmadan harap olan araziler, insansızlıktan çürümüş boşaltılmış köyler, depremden yerle bir olan yüzlerce binlerce konut, hayat söz konusuyken, malzeme döngüsünün korunması gerekliliğinden bahsedilebilir mi?

Manipüle edilmiş veriler, istatistikler, haberler... Oynanmış hayatlar var benim ülkemde. Her gün savaş, her gün karmaşa var benim insanımın kalbinde...

28 Eylül 2012 Cuma

Sürdürülebilir Yapı Tasarımı Konferansı - İzmir

Konferansları her zaman çok iyi bir araştırma alanı olarak görürüm. Kütüphanelerde ya da internette bulamayacağınız bilgiye ve kaynağa konferanslarda ulaşılabilir çoğu zaman.

İzmir'de 12-13 Kasım arasında Türkiye'den konuyla ilgilenen pek çok araştırmacının ve yurtdışından önemli konuşmacıların katılacağı bir ulusal sürdürülebilir yapı tasarımı konferansı düzenlenmiş. Son zamanlarda 'sürdürülebilirlik' kavramı hiç olmadığı kadar çok kullanılır oldu ancak bu kavram hala tam olarak kavranabilmiş değil. Özellikle mimari projelendirme sırasında bu kavramın bilincinde olmak ve tasarım sırasında önemli değişiklikler yapmak mimarların elinde.

Konferans takvimine baktığımda, tematik konuşmacıların oldukça güzel seçilmiş ancak ikinci günün sunumları henüz netleşmediği için, ikinci gün programı konuşmacılar açısından çok da doyurucu görünmediğini düşündüm. Ancak zaten internet sitesinde, konferansın içeriği hakkında fikir vermesi açısından aşağıdaki konular sıralanmış;


'ENERJİ ETKİN TASARIM KRİTERLERİ
  • Çevresel Faktörler
  • Yapı Kabuğu
  • Gölgeleme Elemanları
  • Pasif İklimlendirme  İlkeleri ( doğal havalandırma )
  • Doğal -Yapay Aydınlatma Sistemleri
  • Yapı Formu ve Konumlandırılması
  • Evsel Atıkların Değerlendirilmesi
  • ….
BİNALARA ENTEGRE YENİLENEBİLİR ENERJİ SİSTEMLERİNİN, EKOLOJİK TASARIM KRİTERLERİNİN İNCELENMESİ
  • Güneş enerjisi sistemlerinin binalara entegre edilmesi
  • Rüzgar enerjisi sistemlerinin binalara uygulanması
  • Isıtma ve soğutma sistemleri – Isı Pompalarının kullanımı
  • Su kullanımında dikkat edilmesi gerekenler
  • Gri su kullanımı
  • Yağmur suyunun toplanması ve değerlendirilmesi
  • İç hava kalitesinin iyileştirilmesi
  • Geleneksel yapılarda kullanılan sistemler
SÜRDÜRÜLEBİLİR YAPIM SİSTEMLERİNE UYGUN MALZEME SEÇİMİ
  • Malzeme özellikleri – akıllı, konvansiyonel malzemeler
  • Malzemelerin çevreci etiketleri
  • Yaşam döngüsü değerlendirmesinin inşaat malzemelerinde kullanımı
  • Yalıtıma yönelik detayların iyileştirilmesi (Farklı yalıtım malzemelerinin  ve sıvaların performansları)
  • Çevreye duyarlı yeni yapı malzemeleri ve teknolojileri
BİLGİSAYAR DESTEKLİ SÜRDÜRÜLEBİLİR TASARIM YÖNTEMLERİ
  • Bep-TR , Energy Plus , Design Builder , Ecotect ,   Enerwin , Esp- R vb. programların enerji simulasyonlarında kullanımları
  • BIM uygulamaları
  • Entegre tasarım modelleri
  • …'

Yapı ölçeğindeki bu tasarım kriterleri ile birlikte yapının kentle ilişkisi, çevre duyarlılığı ve sosyal sürdürülebilirlik kriterleri vb. unsurlarla yapıların daha verimli ve uzun ömürlü olması amaçlanıyor.

Umarım Sürdürülebilir Yapı Tasarımı Konferansı bu amaçları gerçekleştirmek ve Türkiye'deki mimari pratiğin gidişatını değiştirmek için güzel bir adım olur.

Konferans tanıtım afişi     :http://www.izmimod.org.tr/docs5/surdurulebilir.pdf
Konferans internet adresi :http://surdurulebilirlik.yasar.edu.tr/

5 Ağustos 2012 Pazar

Atık Yönetimi - Biz neler yapabiliriz?

Daha temiz, sağlıklı, yaşanabilir bir çevre yaratmak için bireysel olarak yapabileceğimiz bir şey var mı?

Yapabileceklerimizin sınırı yok tabii ki ancak, ben bu yazıyı ev ve iş yerlerimizdeki günlük atıklarla ilgili yapabileceklerimizle sınırladım. Lafı çok uzatmadan, bireysel olarak uygulanabilecek genel pratik bilgiler vermeye çalışacağım aslında. Hiç birinizin bilmediği şeyler değil muhtamelen ama çoğumuzun üşendiği ya da umursamadığı konular. Aslında bireysel olarak katkımız kısıtlı olsa da, toplumsal bilincin oluşması, yerel yönetimlerin atık yönetimi konusuna hassasiyetinin artması ve çocukların çevre duyarlılığıyla büyümesi için çok önemli adımlar bunlar!

Genel olarak baktığımzda, atık yönetiminde tercih sıralaması şöyledir;

1-Tüketimi azaltmak (Reduce)
2-Yeniden kullanım (Reuse)
3-Geri dönüşüm ve kompost üretme (Recycle)
Ve daha sonra;
4-Enerji kazanımlı atık yakma,
5-Atık yakma, ve
6-Kontrollü depolama.


Bu sıralamadaki ilk üç adım bireysel olarak etkili olabileceğimiz en önemli adımlar. Eğer bunlar gerçekleştirilemiyorsa, atıklar yakılarak enerji üretilebilir; yakılarak depolama hacmi küçültülebilir ve en son tercih olarak kontrollü depolama tesislerinde depolanabilir. Türkiye'de üretilen atıkların maalesef yalnızca yüzde biri kompost olarak toprağa ve tarımsal üretime katkı sağlarken; atık yönetimi sıralamasında en son tercih olan kontrollü depolama alanlarına giren atık miktarı toplam atık miktarının yarısı. Yüzde kırktan fazlası da kontrolsüz çöplüklere gidiyor.Yani, ülkede genel anlamda çöp toplama konusunda büyük bir problem var. Bu bağlamda, öncelik altyapının iyileştirilmesi, belediye atık hizmetlerinin tüm ülkeyi kapsaması ve geri dönüşüm tesislerinin sayısının artması yönünde olmalı.

Bunun yanı sıra, bireysel olarak her zaman yapmamız gereken, belediyelerden konuyla ilgili hizmet talep etmek, var olan hizmetlerden yararlanmak ve atık geri dönüşümüne katkı sağlamak olmalı.Avrupa Birliği uyum süreci, Kyoto protokolü gereksinimleri vs derken, hemen hemen bütün büyük şehirlerde ambalaj atıkları ayrı toplanmaya başladı. Dolayısıyla yapabileceğiniz ilk şey, çöpleri kaynağında, yani evinizde, iş yerinizde, okullarda ayırmak. Uzun lafın kısası;

1- Değişime açık olun.
Alışkanlıklarınızı değiştirin. İhtiyacınızdan fazla poşet kullanmayın, yanınızda alışveriş çantası bulundurun. Mutfak alışverişlerinizi yaparken, mümkün olduğunca depozitolu ürünleri; TetraPak gibi kompozit ambalajlı ürünler yerine geri dönüşümlü cam, karton, plastik ambalajları tercih edin. Saklama poşetleri ve alüminyum folyo yerine saklama kapları kullanmaya çalışın.

2- Bulunduğunuz mahalleye hizmet veren belediyenin internet sitesine bakın. 
Ayırdığınız ambalaj atıklarının, (cam, karton-kağıt, metal, kompozit) hangi gün ve saatlerde toplandığını öğrenin.Varsa, apartman görevlinizi ambalaj atıkları konusunda aydınlatın. Ambalaj atıklarının çıkarılması gerektiği gün ve saatleri hatırlatın.

3- Bağlı olduğunuz belediyeden ambalaj ve pil toplama kutuları ve konteynırları talep edin.
Hemen hemen her belediyenin internet sitesinde şikayet, talep, teşekkür formu ya da iletişim hattı bulunuyor. Bu yollardan belediyelerinize ulaşın ve dolu atık konteynırlarını şikayet edin, mahallenizde atık kutusu yoksa, talep edin.

4- İş yerinizdeki yemekhanelerden çıkan atık yağların ayrı toplanması için girişimde bulunun. 
Yine pek çok belediye, atık yağları toplayarak değerlendiriyor. Böylece, sularımızın kirlenmesi bir nebze olsun önlenirken, atık yağlar elektirik üretimi için yakıt olarak kullanılabiliyor. Belediyelerin atık yağ toplama gibi hizmetleri de var, bu konuda kendinizi bilgilendirin, bir adım atın.

5- Gözünüzde büyütmeyin, sağladığınız yararları düşünün!
Gördüğünüz gibi, yapacağınız en temel şey ambalaj atıklarını organik atıklardan ayrı poşetlemek. Bunu yaparak çevreyi koruduğunuz gibi, kendinizi daha iyi hissedeceksiniz. Geri dönüşüme kattığınız her bir cam, her bir karton kutu, daha az doğal gaz, daha az petrol kullanımı demektir. Büyük resime baktığınızda, geri dönüşüm ile enerji verimliliğini arttırmamız mümkün.

Geri dönüşümün geri dönüşü:

Endüstri devriminin ardından ortaya çıkan koşullar, küresel iklim değişikliği ve canlıların hayat kalitesini etkileyen unsurlar, mevcut üretim metodlarımızın değişmesi gerektiğini gösteriyor bize. Bir sonraki adım 'Sürüdürülebilirlik Devrimi'. Ticarette, planlamada, tasarımda, yaşamın her alanında karşımıza çıkıyor artık bu kavram. Hatta pek çok tasarımcı ve araştırmacıya göre, bu terim de geçerliliğini yitirmek üzere. Üretimsiz, salt sürdürülebilirliğin yetersiz olduğunu savunuyor bu görüş. Yani aslında, üretim methodlarımız değişmedikçe edinebileceğimiz geri kazanımlar sınırlı; ama genel olarak sürdürülebilirlik dediğimizde aslında kast edilen mümkün olduğunca verimli ve yararlı olabilmek.

Bu sürecin en önemli yanı, sorumluluğun herkes tarafından paylaşılıyor olması. Cam şişeyi yere atıp parçalamayacak, pilleri organik atıklarla attığında suçluluk duyacak vicdana sahip insanlar yetiştirmekle yükümlü olduğumuz bir süreç. Dolayısıyla, mevcut sistemde ''mükemmel''e ulaşamayacak olsak da  yapabileceklerimizi küçümsemeyin ve bir yerlerden başlayın bu dönüşüme. Geri dönüşümün size geri dönüşü mutlaka olacaktır.


Ek bilgi: 
Ben biraz araştırdım. Siz sizi ilgilendiren bilgileri çok daha rahat bulabilirsiniz eminim.
Ankara Çankaya ilçe sınırlarında 10 etapta ambalaj atıkları ayrı toplanıp geri kazandırılıyor. Çankaya Belediyesi'nin verdiği bilgiye göre, her etapta haftanın belirli üç günü sabah saat 9'da ambalaj atıkları toplanıyor. Çankaya'da oturanlar bir göz atın bence;
http://www.cankaya.bel.tr/oku.php?yazi_id=16
Beyoğlu Belediyesi ambalaj atıkları toplama saatleri için;
http://www.beyoglu.bel.tr/beyoglu/hizmetler.aspx?SectionId=1152
Beylikdüzü belediyesi hizmet sınırları içerisinde, atık yağlarınızı teslim etmek için 444 0 669 nolu Alo Atık Hattı'nı ve 0 212 880 53 00 nolu telefonu arayabilirsiniz.
http://www.beylikduzu.bel.tr/c/ho.asp?id=28364

19 Nisan 2012 Perşembe

Endüstri Mirası I - Fabrik, Hamburg

Endüstri mirası deyince aklıma ilk gelen yapı Ankara Havagazı Fabrikası olur. 1929'da inşa edilen ve Ankara'daki sanayileşmenin sembollerinden olan bu yapı, büyükşehir belediyesi tarafından önce çürümeye terk edilmiş, sonra da bir gece operasyonuyla yıkılmıştı. Sessiz sedasız bir yıkım... (1) Geçenlerde Hamburg'taki Fabrik'e gittiğimde aklıma geldi yine üzüldüm. Ama, Ankara'da neyseki bir CerModern'imiz var da, koruma-yenileme çalışmaları mevcut yönetimlere rağmen hakkıyla gerçekleştirilebiliyor diye seviniyoruz.

Fabrik Hamburg Altona'da bulunan, Almanya ve hatta Avrupa'daki benzer projelere örnek teşkil eden bir kültür merkezi. Fabrik, adından da anlaşılacağı üzere eski bir fabrika. Zamanında burada savaş malzemeleri üretiliyormuş.  70lerin başından itibaren ise pek çok sivil toplum örgütünün ve bireylerin desteğiyle çok amaçlı bir kültür merkezi olarak kullanıma açılmış. 1977'de yanmasına rağmen, yeniden inşa edilerek kullanımını sürdürmüş.
Bu merkez, aynı anda hem bir çocuk ve gençlik merkezi; ticari restoran kültürüne alternatif bir gastronomi alanı; siyaset ve sanatın tartışıldığı, paylaşıldığı bir sanat ve konser mekanı olarak hizmet veriyor.
Belli dönemlerde, bahardan itibaren, cumartesileri bir semt pazarına dönüştüğünde de ziyaret etmek mümkün.

Bir cumartesi günü, burda canlı müzik dinleyip, bir şeyler atıştırırken, insan böyle yerlerin önemini daha çok anlıyor. 'Kultur für Alle' (Herkes için kültür) mottosunun hakkını veriyor gerçekten. Üstelik isterseniz, sadece ikram edilen yiyecekleri atıştırarak ya da çok az bir bütçeyle bunları yapabiliyor, kendinizi gerçekten Hamburg'ta hissediyorsunuz. Savaş malzemeleri üretmiş bir yapıda, kentli olma kültürünün yaşatılması ayrıca ilginç.

İç mekanlar, farklı kullanımlar için uygun. İki kattan oluşan yapının, orta aksı iki kat yüksekliğinde ve bir ucunda giriş, girişin karşısındaki uçta da sahne yer alıyor. Birinci kattaki mekanlar orta mekana açılıyor. Dışardan bakıldığında sanayi binası olduğu anlaşılan ve biraz da dış boyanın rengi dolayısıyla çok da göze hitap etmeyen yapının, iç mekanları oldukça iç açıcı. Çatıdan bir miktar doğal ışık alsa da, güneşli günlerde dahi yapay aydınlatmaya ihtiyaç duyuluyor.

İnternet sayfaları tamamen Almanca olmasına rağmen, en azından fotoğraflara göz atmak için bir girin bakın derim. 70li yıllardaki konser ve tiyatro gösterileri sırasında çekilmiş siyah beyaz fotoğraflar çok güzel. Şimdiye kadar aynı enerjiyle var olması da beni ayrıca etkiledi gerçekten. Ayrıca Stadtteilarbeit başlığı altındaki fotoğraflara da göz gezdirin. Her yaştan insanın, farklı uğraşın tek bir mekanda toplandığını görmek sizin de hoşunuza gidecek eminim. (http://fabrik.de/)

Zemin kattaki pazar alanı

Soldaki fotoğraf yangından önce mi sonra mı çekilmiş bilemiyorum ama sağdaki 2012'de çekildi.

(1) http://www.mimarlarodasiankara.org/index.php?Did=2434
Fotoğraflar bana ait, siyah beyaz olan dışında tabiki, onu da kendi sitelerindeki fotoğraf arşivinden aldım.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Kentsel Planlamada Halk Katılımı ve Taksim Meydanı Projesi

Son zamanlarda, sürdürülebilir kentsel tasarım ve şehir planlama projelerinde halk katılımının önemi vurgulanıyor. Projelendirilecek alan sakinlerinin ve/veya söz hakkı almak isteyen duyarlı vatandaşların fikirlerine de yer verilerek, tasarımın halk tarafından kabul edilmesi sağlanmaya çalışılıyor. Bu doğrultuda Amerika ve Avrupa'da pek çok projede bölge sahiplerinin bir araya gelip kurdukları topluluklar ve forumlardan çok olumlu sonuçlar alındı. Halk katılımının olumlu örnekleri için Vauban, Freiburg, Almanya; Kronsberg, Hannover, Almanya; Portland, Oregon, ABD projeleri incelenebilir. Özellikle Vauban ve Kronsberg, sürdürülebilir kentsel dönüşüm açısından başarılı projeler.

Mahallelerde, neighbourhood center / community center (Türkiye'de genelde dayanışma ve güzelleştirme dernekleri ya da semt sakinleri dernekleri olarak karşımıza çıkar) oluşturulup, yapılacak olan adaptasyon ya da renovasyon projelerinde mahallelilerin aktif rol alması özellikle isteniyor. Peki neden? Nedeni çok basit, o bölgede yaşayacak insanların yaşadıkları yeri sahiplenmesini sağlamak. Karar aşamasında projede yer alan vatandaşlar daha ilgili, saygılı ve çevre konularında duyarlı oluyorlar. Bulundukları ortamı korumaya özen gösteriyorlar. Dolayısıyla, özellikle çocukların katılımı çok önemli. Çocukken, kentsel bilincin oluşması ve kentli olma kültürünün aşılanması, toplumsal hafızayı da kuvvetlendiren unsurlar.

Ülkemizde semt derneklerinin karar aşamasında fikir sahibi olması olağan ama etkin olması biraz zor gibi. Aksine, yerel yönetimler kentsel kararları kimseye duyurmadan almaya ve uygulamaya hevesli. Çok daha sert bir düzen var Türkiye'de. Ankara'da büyük şehir belediyesinin yürüttüğü pek çok projeye Mimarlar Odası Ankara Şubenin dava açması bu yüzden. Her şey hasıraltı edilmeye çalışılıp, kimseye duyurmadan bitirilip, halka dayatılıyor. Böyle bir ortamda, kentsel bilincin oluşması da mümkün olmuyor.

Düşünün ki, İstanbul Taksim meydanı düzenlemesi gibi herkesi ilgilendiren bir konuda bile, bırakın halkı, uzman görüşleri bile alınmıyor. Üniversiteler ve uzmanlar süreç dışı bırakılmaya çalışılıyor. Sonuç, rant elde etmek amacıyla kültürel mirasın ve açık kamu alanlarının yok edilmesi olarak karşımıza çıkıupor. Ankara'daki yayaları böcek gibi gören anlayışın bir başka yansıması bu proje. Yayalaştırma adı altında insansızlaştırma projesi.

Tabii ki, her şey bitmiş değil. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi hazırlanan projeyle öngörülen Taksim Topçu Kışlası'nın yeniden inşası için projelendirme yapacak mimar bulmakta zorlanıyor. Duyarlı insanlar projenin sakıncalarını dile getiriyor. Toplumu bilinçlendirmek için çalışmalar yapıyor, Gezi Parkı'nda aktiviteler düzenleniyor ve projenin tartışma ortamı yaratılarak yenilenmesi için imza kampanyaları yürütülüyor. (1, 2) Bunların gerçekleşmesi bile çok büyük birer adım. Tepki gösteren insan sayısı arttıkça, toplum durumdan haberdar olacak ve zamanla bu tip projelerde, vatandaşların da söz sahibi olup daha sağlıklı sonuçlara ulaşılabileceğini göreceğiz.

Alıntı:
(1) http://www.mimdap.org/?p=83301
(2) http://www.taksimplatformu.org/index.php

Daha fazlası:
Taksim Meydanı 'Yayalaştırma' Projesi ile ilgili sayfalar:
Sen de 'Taksim hepimiz için!' diyorsan imzala: http://www.taksimplatformu.org/index.php
Arkitera'daki konuyla ilgili haberler:
http://www.arkitera.com/index.php/etiket/index/detay/taksim-yayalastirma-projesi/1478
http://www.karadenizisyandadir.org/kip/rantsal-donusume-karsi-taksim-dayanismasi.html
http://herkesicinmimarlik.org/3-geleneksel-gezi-parki-senligi-ardindan/

Portland Şehir Planlaması ve kentsel planlamada 'crowdsourcing' için:
http://www.portlandonline.com/portlandplan/
Vauban, Freiburg kentsel dönüşüm projesi için: http://www.vauban.de/info/abstract.html

4 Nisan 2012 Çarşamba

Park 20|20

Park 20|20, Amsterdam'ın batısında yer alan bir ofis kompleksi. Cradle to Cradle vizyonundan esinlenerek tasarlanan ilk 'ofis parkı' olarak tanımlanıyor. Kompleksi oluşturan kimi binalar inşa edildi, bir kısmı da inşaat halinde. Benim bu projeden bahsetmekteki amacım; mimar William Mcdonough ve kimyager Prof. Dr. Michael Braungart ın kurduğu Cradle to Cradle (C2C,Türkçesi Beşikten Beşiğe) vizyon ve felsefesinin mimariyle ilişkilendirilmesine bir giriş yapmak.

C2C az önce isimlerini yazdığım, Amerikalı bir mimar ve Alman bir kimyagerin dünya görüşlerinin örtüşmesiyle ortaya çıkan bir felsefe. Aynı zamanda, bir ürün ve malzeme sertifikalandırma sistemi. Hemen hemen her türlü tasarım ürününe, yapılar da dahil, uygulanabilecek prensipler içeriyor. Temel fikir, insan sağlığına zararı olmayan, kullanım sonunda ham maddelerine ayrıştırılabilecek üretimler yaparak, hayata sosyal, ekonomik ve ekolojik olarak pozitif değer katmak. C2C sertifikası taşıyan pek çok ürün var piyasada. Mimarlıkta ise, C2C'dan esinlenerek tasarlanan bu ölçekteki ilk proje Park 20|20.
Park 20|20 - Perspektif (1)
C2C'dan esinlenen yapılı çevre tasarımı nasıl oluyor anlamak için öncelikle bu vizyonun yapılı çevreyi ilgilendiren prensiplerini sıralamakta fayda var. 'Waste equals Food' yani 'Atık eşittir Yiyecek/Besin'; bu ilk prensiple anlatılmak istenen aslında çok açık. Doğada da bir canlının atığı, başka bir canlı için yaşam kaynağı olur; kapalı bir döngü vardır. Hiç bir şey çöp değildir. Bu prensip de doğadaki kapalı döngüyü, mümkün olduğunca yapılı çevreye uyarlayabilmek ile ilgili. İkinci prensip 'Use solar income' yani 'Güneşten mümkün olduğunca faydalanan tasarımlar geliştirmeli; doğal aydınlatma ve solar enerji üretimi binalara entegre edilmeli. Üçüncü ve sonuncusu da 'Celebrate diversity' yani doğadaki çeşitliliği korumak ve ona saygı göstermek. Bu son prensip biyolojik çeşitliliğin öneminin yanında kültürel çeşitliliğin getirdiği zenginliği de vurguluyor.

Mimariyi ilgilendiren bu üç prensip ve genel C2C anlayışının yansıdığı ilk kentsel planlama projesi olarak Park 20|20 önemli. Çünkü henüz C2C kriterlerini tam olarak yansıtabilen bir yapı yok. Dolayısıyla, bu projenin tamamlanmasıyla bu anlamda ilk adım atılmış olacak. Kendi gözlemlediğim ve internetten bulabildiğim kadarıyla projedeki uygulamalardan daha detaylıca bahsedecek olursam; yaklaşık 100.000 m2 lik alan üzerinde tasarlanan binalar gün ışığından maksimum düzeyde faydalanacak şekilde konumlandırılmış. Malzeme, atık, enerji ve su için kapalı sistemler tasarlanmış. Atık suyun ve çöpün azaltılması için sistemler düşünülmüş. Yağmur suyu filtrelenip depolanarak yeniden kullanılır hale getirilmiş. Tabii, yeşil teraslarla yağmur suyu depolama sistemi kombine edilmiş. Master planın orta aksındaki yapay havuzun da yağmur suyu depolama havuzu olduğunu düşünüyorum. Bunların yanı sıra, C2C'ın önerdiği biyolojik ve teknik döngüye katılacak atıkların ayrılması sağlanmış. Tüm bu sıraladıklarım ve benzeri uygulamalarla sürdürülebilir bir yapılı çevre oluşması amaçlanmış.
Kopleksteki inşaatı tamamlanan yapılardan biri. Fox Vakanties binası ayrıca  BREEAM-NL sertifikalı. (2)
Fotoğraf: Tuğçe Tosun
Bsh-Huishoudapparaten binası.
2008 Alman Sürdürülebilirlik Ödülü
sahibi (3). Fotoğraf: Tuğçe Tosun

Tabii bu felsefe, sertifika programı olarak da hayat bulduğu için uygulamada eleştirilecek tarafları yok değil. Ancak ne olursa olsun C2C'ı, doğaya daha az zarar vermenin, çok zarar vermekten bir farkı olmadığını; dolayısıyla ekonomik, ekolojik ve sosyal yönden dünyaya pozitif değer katmak gerektiğini savunduğu için çok beğeniyorum. Bu yüzden, Amsterdam'a gittiğimde Park 20|20'yi görmek istedim. İnşaatın bitmesini ve projenin ne kadar başarılı olup olamayacağını görmeyi de dört gözle bekliyorum.

Alıntı:
(1) http://www.park2020.com/overview
(2) http://www.park2020.com/news
(3) http://www.park2020.com/bsh-huishoudapparaten

Daha fazla bilgi sahibi olmak için bir göz atabilirsiniz;
yazıyı yazarken faydalandığım siteler:

http://www.youtube.com/watch?v=fymWH5yD5FY
http://www.park2020.com/overview
http://www.mcdonoughpartners.com/projects/view/park_2020_master_plan
http://epea-hamburg.org/
http://www.mbdc.com/

2 Nisan 2012 Pazartesi

Türkiye'de Yeşil mi Yeşil Binalar

Geçenlerde İstanbul'da gerçekleşen Uluslararası Yeşil Bina Zirvesi'ndeydim. Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇEDBİK) tarafından organize edilen bir konferanstı bu. Tesadüfen o tarihlerde İstanbul'da olacağım için çok mutluydum ve baya da heyecanlanmıştım. Hala, ülkemde güzel adımlar atıldığı için çok umutluydum ama konferans sonrası, yine, eleştirmek istediğim bir sürü konu olduğunu fark ettim. Kendimi tutamıyorum gerçekten.

Öncelikle söylemeliyim ki, konuşmacılar gayet güzel seçilmişti. Bir çok farklı ülkeden, faklı tecrübelere sahip kentsel planlamadan, ürün tasarımına; devlet görevlisinden, ekonomi uzmanına kadar pek çok farklı alandan konuşmacı vardı. Kendi adıma çok faydalandığımı söyleyebilirim. Ama sevmediğim kısımlara hemen geçmek istiyorum. Türkiye'de her şeyin para ekseni etrafında döndüğü gerçeğiyle bu konferansta da yüzleştim. Bakış açımız o kadar dar ki; para kazanma hırsı yüzünden potansiyelleri değerlendiremiyoruz bence. Türkiye'deki sürdürülebilir kentsel alanlar konusu, Bayındırlık ve İskan Bakanı Erdoğan Bayraktar ve diğer bazı konuşmacılar tarafından 'yeşil bina sertifika sistemleri' ve 'konut stoğu' alt başlıklarına indirgendi. Tabi ki bu, uluslararası bir zirve olduğu için Türkiye'nin imajını zedelemeyecek bir tutum içinde olunması normal. Bunu anlayışla karşılayabilirim ama buradaki sorun; Türkiye'deki alt yapısızlığı avantaj olarak gören, para odaklı yatırımcı ve girişimci mantığı. Kentsel dönüşümü binlerce yeni konut inşaatı olarak görmekten vazgeçsek mesela; karı az yaşam kalitesini yükselten ortak yaşam alanları, toplu taşıma hatları geliştirebilsek keşke. Sonra, konutlar ve sertifikalara gelse keşke sıra...

Aslında ÇEDBİK, güzel bir adım atmış ve ilk Türk Yeşil Konut Sertifikası oluşturmak için bir araştırma grubu oluşturmuş. Hatta bu sene tamamlanması bekleniyor. BREAM, LEED gibi dünyada verilen yeşil bina sertifikalarından farklı olarak, milli bir sertifikanın yerel koşullara daha uygun olacağı düşüncesiyle yapılmış bir çalışma. Buna kesinlikle katılıyorum, çünkü her sertifika sisteminin - belli modifikasyonları olsa da- çıktığı ülkenin dengelerini içerdiği doğru. Dolayısıyla Türkiye şartlarını göz önünde bulundurarak geliştirilen bir sertifika daha gerçekçi sonuçlar verecektir diye umut ediyorum.

Yine de, İngilizce'de 'green washing' dedikleri yeşile boyama olarak Türkçeye çevirebileceğimiz, çevre dostu adımlar atmak için değil, çevre dostu görünmek için daha çok para ve zaman harcanması olarak tanımlayabileceğimiz  kavram 'Bekle beni Türkiye, geliyorum!' diyor. Umarım algılarımda ve hislerimde yanılıyorumdur.

Mimaride sürdürülebilirlik üzerine I

(1)
İlk konumuz ne olsun diye epey kafa patlattıktan sonra, bu aralar en çok ilgimi çeken 'biodegradable' (doğada çözünebilen, biyolojik aktiviteyle ayrışabilen) malzemeler ve ürünlerle ilgili bir paylaşımla başlamaya karar verdim.

Nedir bu 'doğada çözünebilirlik', oradan başlayalım. Doğada çözünebilir ürünler, içeriğinde doğaya zararlı yapay kimsayallar ve zehirli maddeler içermeyen; biyolojik bozunmayla doğaya geri döndürülebilen maddelerdir. Aklıma ilk gelen örneklerden biri, günümüzde kullanımı en yaygın ürünlerden 'plastik poşetler' artık doğada çözünebilen bileşiklerden oluşan formüllerle üretiliyor. Marketten aldığınız poşetlerin üzerine bakın, '%100 doğal ; doğada %100 çözünür' gibi yazılar var üstlerinde, tabii bir de yeşil yaprak imajı. Bu demektir ki, bu torba doğaya zarar vermiyor ve geri dönüştürülebilir. Bu, aynı zamanda demektir ki, sen yine de tüketebildiğin kadar az poşet tüket ki, onu üretmek ya da geri dönüştürmek için harcanacak olan enerji harcanmasın. Bu poşet örneğini bir kenara bırakırsak, konvansiyonel endüstriyel ürünler genelde doğada çözünmez. Atıkları, toprağa, havaya ve suya ve dolayısıyla tüm canlılara zarar verir. Bu atıklarla baş edebilmenin yolu ise, yalnızca az tüketmekten değil, tükettiğimiz ürünlerin doğayla barışık olmasından geçer.


Sadece Türkiye'de erozyon nedeniyle her yıl tarım alanlarından 500 milyon ton, tüm ülke yüzeyinden 1,4 milyar ton verimli toprak kaybediliyor (2).  Doğal yolla oluşan erozyonun - rüzgar erozyonu gibi- yanı sıra, insan faktörüyle tetiklenen nedenleri unutmamak lazım. Doğal bitki örtüsünün bozulması, yanlış yapılaşma, ormanların yok edilmesi vb. gibi nedenler hep insan eliyle ortaya çıkar. İnsan, verimli toprağın kaybolmasına sebebiyet verirken, toprağı verimli hale getirecek pek bir aktivite göstermez. Oysaki, toprak canlılığın kaynağıdır. Toprak, korunmalı; zehirleyici ve atık madde toprağa ulaşmamalıdır. Bunların ne ilgisi var peki, doğada çözülen maddelerle ve insan faktörüyle oluşan erozyonla? En sevdiğim kısım burası çünkü yaratıcı düşünceye çok yer var burada. Sorgulanacak çok alan, sorulacak çok soru var.


Şöyle bakalım duruma; özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan bölgelerde iyi ihtimalle kentsel atıklar arazi dolgularına / kent çöplüklerine (landfill) gidiyor. İyi ihtimalle diyorum çünkü bir de oraya dahi gidemeden, şehir içinde ortalığa atılması, hatta kimi bölgelerde insanla teması olan yerlere gömülmesi hatta yakılması olasılığı da var. Asıl olması gereken ne, bu sorunu çözmüş olan ülkeler ne yapıyorlar bunu daha sonra yazacağım zaten. Ancak diğer kısımları belediye tesislerinde yakılıyor ya da kompost olarak doğaya geri döndürülüyor. Sonuçta, doğada çözünebilen maddelerle ilgili olarak şunu söyleyebilirim ki poşet örneğinde olduğu gibi, bir çok sektörde doğal hayat döngüsünü bozmayacak tasarımlar yapılmalı. Kullanım amaçlarına uygun olarak, ürünleri oluşturan malzemelerin içerikleri tamamen doğada yok olabilme kurgusuna uygun olmalı. Böylece, kompost olarak ya da arazi dolgu alanlarında çevreye zarar vermeden, aksine verimli toprak oluşumuna katkıda bulunacak şekilde doğal hayat döngüsüne dahil olabilirler.



Yazının, bu kısma kadar, mimaride sürdürülebilirlik ile pek ilgisi yok gibi dursa da, aslında amacım bu konunun tek katmanlı, basit bir konu olmadığını vurgulamaktı. Her bir yapının, bir ürün ya da binlerce üründen oluşan girift bir ürün olduğunu düşünebiliriz. Böyle baktığımızda, binayı tamamlayan her bir elemanın ayrı ayrı yaşam döngü analizini yapabiliriz. Dünyadaki enerjinin %40'ı yapı sektöründe harcanıyor; yani mimaride enerji verimliliğini arttıracak her adım çok önemli. Diğer bir deyişle mimari malzemelerin yerel ve doğal dengeye katkı sağlayabilecek bileşenlerden oluşması uzun vadeli ve çok yönlü bir yarar sağlayacaktır.


Bence mimaride sürdürebilirlik bir yapının çevresine kattığı pozitif değer ve yıllar geçtikçe bu değerin artmasını sağlayacak yenilikçi tasarımlar geliştirmekle ilgilidir. Çok güzel doğada çözünebilen bina malzemesi, malzeme ambalajı ve iç mimari ürünleri var. Bunların üretilmesi ve geliştirilmesi çok önemli. Tabi ki bu tek yöntem değil, kullanım amacına göre, belli yapı elemanlarının ya da diğer sektör ürünlerinin doğada çözünmesi mümkün değil. Bu durumda da yeniden kullanım ya da geri dönüştürme yoluna gidilmeli. 
Gerçi hepsinden önemlisi insanların daha sağlıklı, daha doğayla uyumlu bir hayatı arz edebilecek bir seviyeye gelmelerini sağlamak sanırım. 


Bir kaç örnek görmek isterseniz;
Doğada çözünebilir ürünler enstitüsü: http://www.bpiworld.org/
Daha genel anlamıyla sürdürülebilir ürün geliştirmek ile ilgili hoş bir yazı: http://www.inc.com/michelle-greenwald/what-is-sustainability-in-business.html
Yaratıcı ve sürdürülebilir ambalaj örneklerinden birini görmek için: http://www.greenbiz.com/news/2010/08/10/mushroom-based-packaging-98-percent-less-energy-styrofoam


Alıntı:
(1) http://www.sustainableeventguide.com/liveresources/biodegradable.htm
(2) http://www.tema.org.tr/Sayfalar/CevreKutuphanesi/Pdf/Erozyon/ToprakVeInsan.pdf